Sadakat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sadakat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mart 2014

Çizgimiz İnsanlığımız!

İnsanların hayatlarında sevmedikleri şeyler muhakkak olmuştur. Kendimden örnek vermem gerekirse matematik ve geometriyi eğitim hayatım boyunca sevemedim. Ne demeye hala da sevmiyorum desem yeridir. Bunlar hayatımda ufacık bir bölüm yer edinmekten de öteye geçemedi. Sadece hesap kitap işlerinde kullandığım bir ölçüt oldu hepsi bu… 

Bunlara ek olarak elbette sevmediğimiz birçok şey vardır. Her birimizin bu konuda bir tavrı muhakkak olmuştur. Her birimizin bir düşünce dünyası da buna dahildir. Şahsen öyle bir hayat yaşadığımı fark ettim ki, nefes aldığım her şeyde bir hesap gerektiğini öğrenir hatta yeri geldiğinde öğretir olmuşum. Öyle ya bunun birçok örneği de hayatıma çevreme yansımış durumda. Matematikte herkesin bildiği en kolay teori toplama ve çıkarma işlemidir. Geometri de ise üçgen ve dörtgen desem kimsenin aklı o nedir diye karışmayacaktır. Bunları bilmeyen veya duymayan, en azından benim çevremde yok. Neyse… Değinmek istediğim konu öyle matematik ya da geometri falan da değil zaten.

Konumuz İnsanlığımız! 

Yaşadığımız bir eksen var, biz buna herkesin bildiği gibi Dünya diyoruz. Dünya içerisinde ise bizlerin olduğu bu ter temiz ülkeyi yani Türkiye’yi ima ediyorum. Geçenlerde çıktı bir çocuk İstanbul’un göbeğindeki adliye önünde annesini sonra da bir polis memurunu öldürdü. Yaşattığı psikolojik etkiyi söylemiyorum bile. Yine öğrendiğim bir diğer habere göre bu çocuğun abisi de anneannesini öldürüp hapse girmiş. Tamamıyla aile içi büyük bir dram değil mi? ülkemiz genelinde insanların sebep olduğu önemli birçok vaka da söz konusu. “Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar” bir kaybımız oluyor böylelikle.

Tabii ki ülke gündemine oturmuş tamamıyla siyasi olaylar yüzünden kullanılır hale gelen gencecik çocukların ölümleri de vicdanları sızlatmıyor değil. Açıkçası bu da çıkarcı grupların ekmeğine yağ sürmek gibi bir şey oldu. Bizim ülkemiz ter temiz diyorum ve buna inanıyorum. Sadece içinde yaşayan insanların insanlığı kötü ya neyse! Bunlar yüzünden ülkeme ihanet edemem. Demokrasi diye diğer insanların hakkına müdahale ederek sokaklarda yaygara koparanlara da olumlu olamam. Olmayanlarında ülkesini sevenler olduğunu düşünürüm.

Sevgiden Uzaklaştı insanlığımız! 

Sevgiyle nefret arasında olmak, iyiyle kötü arasında olmak ne demek? Bunların hangileri bir birine yakın hangileri bir birini bağlıyor? Bu ülke de adam olmak mı yoksa olamamak mı sorun oldu? Belki de bunlar sorun değil de yoldan geçen mini etekli kız sorun, belki de başı kapalı olan ne dersiniz? Nasılsa insanlığı parçalara bölmüyor muyuz? Sünni, Alevi, Şii, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni ve daha nice insanların taktığı ne kadar sıfat varsa bu ülkede, nasıl olsa her birini dilimizle parçalara ayırmaya başlamakta ustayız. Her birimiz Türkiye Cumhuriyeti kimliğini taşıyoruz ama insanlık bundan uzakta ne yazık ki. Her birimiz aynı gemide ekmeğimizi yiyoruz. Her birimiz yan yanayız ama birisi insanlıktan uzak olsa diğeri ondan daha fazla insanlığını kaybeder oluyor. Kinci bir edayla saldırıyor, saldırgan oluyor ya da oluyoruz. Sonuç peki? 

Sükunetsiz Kaldı İnsanlığımız!

Uzak olsa birisi insanlıktan, diğerimiz sükunetle yanında olur diye hayaller kuruyorum. İnsanlığı, beraberliği daima güçlü kılacak güçler arasında düşünüyorum. Aynı gemide bir birine arkasını dönüp işine sarılsın bu insanlık diye düşüncelere dalıyorum. O kişiye güvensin, sırf gemi içerisinde delik açmayacaktır diye güvensin istiyorum. Batırmayacaktır gemiyi diye güvenmek arzusu içerisinde olmak istiyorum.

Olmuyor! Bir birlerine ihanet sattıkları için olmuyor. Sadakat kalmadığı için olmuyor. “Bu ne perhiz bu ne lahana” diyoruz olmuyor! Bir birinden uzak kaldı insanlık, gemilerinde rotaları ters istikamete düştü. Bakış açıları tek bir pencereye düştü, körlendi tüm iyi niyetler. Rota şaştı sükunet kalmadı insanlık dağıldı. İhanetler başladı insanlığımız arasında sadakat tutkusu arasındaki çizgi ayaklar altına alındı. Sünni, Alevi, Şii, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni ve insanların taktığı ne kadar sıfatlar varsa hepsi konuşulur oldu ama hepsi sözde öyle değil mi? Biz biriz biz bütünüz. Yol arkadaşlarımız bir, yoldaşlarımız bir bu ülke bu toprak bütünlüğü bir. Ayrı düşünceleri olanlara inat biz bir bütünüz ve bu bütünlüğü bozmak isteyenlere fırsat tanımayacağız. Oluyor diyebilsek keşke! Kalbimiz güzel niyetlerimiz temiz oluyor diyebilsek.

En büyük savaşlar, kavgalar kopmuş bir saç teli gibi anlamsız şeylerden çıkmışken, insanlığımız güvene güvensizlik, sevgiye sevgisizlik, hoşgörüye hoşgörüsüzlük ekledi. Şuursuzluk, bilgisizlik, eğitimsizlik ve ne kadar akıl almaz mantık dışı kavram varsa hepsini bu güzelim ince çizgilere katan insanlığımız oldu.
Oysa bu çizgilere, kalben yapılmış tüm iyi niyetler değer katabilirdi.

Kaybetmememiz Gereken Tek Şey İnsanlığımız! 

Alın kalemi elinize ve büyük harflerle İNSANLIĞIMIZ yazın. Sonra düşüneceğiniz bir sürü nedenleriniz olacak. , Alevi, Şii, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni ve insanların taktığı diğer akıl almaz düşünce yanlışları, bir anda olsa kişiliğinizdeki insanlığı düşündürecektir. Çizginin iyi tarafına geçmek sizin yalnız kalmanızı engeller. Geminizdeki rota belliyken, bizi bizden başkası anlamaz derken delik açmayın güzergahınızda ki yolunuzu yol edecek yoldaşlarınıza. Ecdadınızı düşünerek sırt çevirmeyin. Silah çekip vurmayın, el kaldırmayın, yüz çevirmeyin, beddua edipte yüz çevirmeyin. İnsanlığın değerini düşünün uzaklaşmayın insanlıktan...

Sevgiye ait olduğunuzu unutmadıkça başka altı çizilecek kelime olmayacak. Buna inanıp sevgiye sadık kalmaya çalışın. Çalmayın, çalana göz yummayın. Kaybetmeyelim, hep birlikte birlik olalım. Ayrımlar olmasın aramızda, insanlığımızı kaybetmeyelim.

Çizgimiz İnsanlığımız! 

Birileri gelip sizin kolunuzdan tutup sokağa kötülüğe götürmeye kalkıyorsa, biri sizin doğru çizginize müdahale ediyorsa durdurun. Doğru olanın doğruluğundan şüphe etmiyorsanız duruşunuzu bozanlara müsaade etmeyin. Çizgimiz insanlığımız ise bunun rotası da sevgiden geçer. Merhamet ederken vicdan nasıl hareket ediyorsa bizde o doğrultuda nasıl hareket ediyorsak öyle yaşamaya çalışın. Birilerinin düşüncelerine değil kendi vidan hürriyetinize sahip çıkın. Çizginiz doğruysa çıkmayın, yanlışa yönelip de kalbinizi köreltmeyin. Sevgi bizlerin merhamet tadıdır. Nankörlerin ve vurup öldürenlerin değil.

Bizler adına unutulmaması gereken en önemli değerlerimiz insanlığımızsa; Alevi, Şii, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni ve insanların taktığı ne kadar sıfat varsa insanlığın önüne geçirmeyin. Sadakatli insan çizgisine sahip çıkan, özüne sadık olandır. Dostluğumuzu daim kılabilmek bizim elimizdeyken, hoşgörümüzü koruyabilelim. Gemimiz yolunda olsun ki, yarın kat ettiğimiz yolu görebilelim.

Sevgiyle sarılıp, birlik ve beraberlikte diri olmalıyız ki, birimizi yenmek isteyenler karşılarında BİZ’i görsün.

Yorumlarınızı zuhtusoylu@gmail.com bekliyorum.

Sevgi ve Saygılarımla,
Zühtü Soylu

23 Aralık 2010

İLETİŞİMLE BAŞLAYAN MUTLULUK

Olur, olmadık yerde bir anda olur ya her şey, hani beklenmedik bir anda karşınızda dikiliverir gibi bir şey düşünün. İletişimle başlayan mutluluk son tren gibi geldi akla ve bu tren kaçırılmamalıydı. Zamanla birlikte akıp giden her günde mutluluk için birçok neden varken mutsuzluğu görmek içten gelmemeli. Şimdi de soruyorum, “Neden mutluluk için kendinizi dinlemiyorsunuz?” Hadi bir saymaya başlayalım iletişimle başlayan mutluluk için varlığı hissedilen güzellikleri;

     İletişimle Başlayan Mutluluk    

* Yataktan kalkarken şöyle hafiften gözleri açıp saate baktığında “çok uyudum” deyip aniden yataktan kalkabilmek.
* Lavaboda soğuk bir suyla yüz yıkayıp “buz gibi yahu” diyebilmek.
* Havluyu ele alıp yüz silerken sabun kokusuyla bir iç çekebilmek.
* Uyanmış olan aile fertlerine günaydın diyebilmek.
* Yalnız kalıyorsa birey aynaya bakıp kocaman bir tebessüm ile kendine günaydın diyebilmek.
* Mutfağa girdiğinde önce çaydanlıklara su doldurup suyun kaynamasını beklerken müthiş bir arzuyla kahvaltı hazırlamak, sonrasında da çayı demleyip güzelce bir kahvaltı yapabilmek.
* Evden çıkarken evi emanet edecek biri aramak yerine kapıyı usulca kapatıp bir şey olmazsa geri geleceğim güzel evim diyebilmek.
* Yoldayken yüzde tebessümle birlikte adım adım yürüyebilmek.
* İş yerinde çalışan arkadaşlara, okulda okul arkadaşlarına, mahallede mahalle arkadaşlarına ve sosyal ortamlarda tebessümlerle yaşayabilmek.
* Öğle saati geldiğinde yemeğe geçmeden önce şöyle acıkmış bir edayla yemekte ne (yesem) var acaba diyebilmek.
* Yemeği aldıktan sonra acaba yanına tatlı mı yoksa meyvemi alsam diye düşünürken bir diğer arkadaşının “hadi tatlı yiyelim” sözünü duyup “evet bende tatlı yiyeceğim” deyip son anda meyve alıp onun mutluluğunu hissedebilmek.
* Yemekten kalkarken bir lokma ekmeğinin kaldığını fark edip “buda kuru kuru gitmez ki” deyip tabağın dibinde kalmış yemeği sıyırarak son lokmayı yiyebilmek.
* Yemeğin ardından dışarı çıkıp hava çok sıcak-soğuk olsa da “havanın güzelliği yine harika” diyebilmek.
* Elinde çayınla koridorda yürürken “acaba yere döker miyim?” deyip dikkatli olmaya çalışılsa da yere damlayan çayı görünce “tüh yine döktüm acaba birisi görmüş müdür?” deyip sağa sola bakmadan direk utangaç bir yüz edasıyla yerine geçip çayı yudumlayabilmek.
* İşlerini yaparken “acaba bu işi daha hızlı ve daha kolay hale nasıl getirebilirim” deyip kendi kendine “evet sanırım böyle daha kolay ve hızlı yapabilirim” gibi fikirleri doğru kabul edebilmek.
* Gün ilerledikçe gördüğü her insana tebessümle selam verip “merhaba” diyebilmek.
* Akşamın yaklaştığı saatlerde “bugün daha yapacak çok işim var” diyebilmek.
* Akşam saatinde işinden, okulundan, gezmesinden veya komşusundan çıkıp evine doğru giderken her gün yolunun üstünden geçtiği dükkân önündekilere “iyi akşamlar” diyebilmek.
* Evinin önüne geldiğinde neşeli bir edayla kapıyı açabilmek.
* Eve girmeden ayakkabıları kapıda çıkarıp terlikleri giyebilmek.
* Evin güzel insanlarına kocaman bir tebessümle selam verip “iyi akşamlar ben geldim” deyip doğruca lavaboya geçip elini yüzünü yıkayabilmek.
* Salona geçip gününün güzelliğini hissettirircesine neşeyle evin güzel insanlarına (anne, baba, eş, çocuk, arkadaş) hal hatır sorabilmek.
* Akşamın yemeği belki daha bir tatlılıkla yapılır ve sofranın kurulması beklenir. O an hep bir elden sofranın kurulmasındaki mutluluğu hissedebilmek.
* Yemeğe başlamadan önce sofradaki en büyük bireyin ilk lokmayı yemesini beklemedeki mutluluğu sabırsızlıkla değil büyük bir sabır ve mutlulukla bekleyebilmek.
* Yemeği tadından tuzundan şikayet etmeden büyük bir iştahla yiyebilmek.
* Akşamın sessizliğinde aile fertleri ile geçirilen süreden sonra odaya çekilip o en çok sevilen işlerden birini (kitap okumak, müzik dinlemek, film izlemek ya da planlanmış üzerinde uğraşılan işlerle ilgilenme) yapabilmek.
* Gecenin yaklaştığını artık uyuma vaktinin geldiğini düşünerek hafif soğuk gibi duran yorganın içine girip “bugün çok güzel geçti” deyip dua edip uyuyabilmek,

Ne Tuhaf Değil Mi Bir Gün Çok Güzel Geldi Ve Geçti!

Hayır!

Aslında hiç öyle olduğunu söyleyemeyiz.

Koca bir gün 24 saat bu iki sayfalık yazıyla geçmemeli.

Aksine daha da farklı şeylerin olduğu, tartışmaların yaşandığı, mutlu ve gülen insanların olduğu, üzülen ve kavga eden insanların olduğu bir hayatın içinden geçildi. Bu satırların içinde öyle bir şeyler yazmıyor mu? Peki, neden yazmıyor? Pozitif düşünce denildiği zaman akla hep güzel olumlu şeyler gelir ya buda öyle bir şey işte. Yalnız şunu söylemek istiyorum; Bir insan hayatını kendisi şekillendirebilir. Gülmek gerekiyorsa gülünür ağlamak gerekiyorsa ağlanır mantığı ne derece doğru diye düşünebilirsiniz. Bu düşüncenin ötesinde pozitif bir düşünceden sizleri alıkoyan kimler?

* Aile,
* Akraba,
* Dost,
* Sevgili,
* Arkadaş,
* Patron,
* Öğretmen,

Bunlardan hangisi sizin mutlu olmamanızı ya da negatif bir havaya bürünmenizi ister?
Çok ilginç değil mi bence istisnalar haricinde hepsi pozitif olmanızdan yanadır. Mutluluk herkesin istediği ama zor olduğunu düşündüğü bir hal almaya başlamakta her nedense ilerliyor. Her nedense diyoruz çünkü nereye baksak oflayan puflayan insanlarla karşılaşılıyor. Böyle durumlarda ne yapılması gerekir? Toplumdan uzaklaşmak mı yoksa toplumun içinde pozitif bir yüz ifadesiyle bulunmak mı? Bence ikincisi kulağa daha hoş geliyor. Olaylara bilinçli bir yaklaşımla bakmak gerekir. Hiç bilgi sahibi olmadığınız bir olayı, ‘bir bilen mutlaka olacaktır’ düşüncesiyle başkalarının fikrine başvurarak sorgulamayı deneyin. O zaman daha sağlıklı kararlar alınabilir. Sorun mu yaşanıyor, çözüm yolu bulmak için mücadele edilmeli. Anlaşmazlık mı var, düşünceleri gözden geçirip olayın nedenini bulmak gibi bir izlenim ortaya konabilir. İletişim kurmada aksilikler olabilir. Bunun gibi durumlarda aksilikleri değil de, aksiliklere sebep olan şeyleri düşünmek ve aynı aksilikleri ikinci kez tekrarlamamak için çaba sarf etmekte yarar olacaktır.

İletişim kurmak bilinçli bir birey olmakla mümkün olacağından olaylara yaklaşırken daha çok bir beklenti içerisine düşmeden yaklaşılmalıdır. Birazdan belki de en çok yapılan şeylerden bir tanesine değineceğim. Bilinçli iletişimde öncelik saygı ve hoşgörüdür diyoruz genelde. Peki, isim takmak evet yanlış bir cümle kurmuyorum isim bir diğer adıyla lakap takma! Çok hoş bir yaklaşım mıdır diye öncelikle sizlere sormak istiyorum? (Tombul Ahmet, kolsuz Ayşe, Çilli Mehmet, Cadı Fatma) Bunlar gibi insanı küçük düşürücü (kimisi için komik ya da şaka unsuru olabilir) sözler kullanmak ne derece doğru bir yaklaşımdır?

Belki de “çok önemli bir konu değil, alt tarafı şaka yapıyoruz” diyenler olacaktır. (Kişisel görüşlere saygı duymak önemli bir kişilik örneğidir.) Bu kişisel görüşlere olan hassasiyetimiz daima önemli olmalı. Sonuçta iletişim kurmak ve iletişim dilimizi doğru bir yol ile sağlamak için iletişim kuruyoruz. İsim takmak evet bireylere dünya ya geldiğinde kulağına ezan okuyup bir isim konur. Bu konulan güzel isimleri büyüdükçe farklı farklı takma sıfatlarla dile getirmek çok doğru bir davranış örneği olmasa gerek. Bireylere isimleriyle hitap etmek dururken saygı sınırlarını aşıp belli belirsiz sıfatlar yakıştırmak iletişim dilinde pek doğru kabul edilir davranış değil. İletişim diliyle mutlu olamamaya bir örnek olarak bunları söylemek istedim.

     İletişimle Başlayan Mutluluk    

“Bir iletişim daha dünyaya gelmek için müjdeli bir haber veriyor!” deseler akla ilk gelen şey ne olurdu?
Bir çocuk diyebilir miyiz?
Anne karnında başlar her şey orada beslenir oracıkta yaşanır birçok şey. Oracıkta karnı doyar oracıkta ihtiyaçlarını giderir. Dokuz ayı geçkin bir süreyi anne karnında geçirmek. İşte iletişimin ilk evreleri de bu süreçle başlıyor. Hani annenin canı bir şeyler çeker ya olsa da olmasa da ister. Bunu isteyen aslında o küçücük yerde uzun bir süre geçirecek olan çocuktur. Anne olmak ya da baba olmak işte ilk heyecanın başlangıçları böyle gelişir detaylarıyla güzellikleriyle devam eder.

Günü geldiğinde dünyaya gelir ufacıktır, önce eline almaya korkarsın sonra alışır kucağından indirmezsin. Zaman ile mücadele içerisinde karnı acıkır ağlar, altına kaçırır ağlar, ilgi ister ağlar… Bir süre sonra bakmışsınızdır sürünmeye başlamıştır, sonra düşe kalka yürümeyi öğrenir. Anne veya baba demesi beklenir büyük bir heyecanla. Anne “önce anne diyecek” derdindedir, baba ise “önce baba diyecek” derdinde. Anne-Baba der günler ilerler abi, abla hala, teyze derken konuşmaya başlar. Böylelikle iletişim daha bir heyecan almaya başlar. Koşar, güler, eğlenir, konuşur derken kendisini sokakta arkadaşlarıyla bulur. Orada da iletişim bir güç kazanır. Duymadıklarını duyar evde tekrarlar kendisini iletişimle geliştirir. Artık zamanın içinde olduğunu gittikçe büyüdüğünü anlar. Bir bakmışsınız ki eğitim çağı gelmiştir. “Haydi okula” diyerek bir kalabalığın içinde bulur kendisini. Günler bir birini takip eder. Her gün iletişim kurduğu çevre gelişir. Zamanla okul eğitimi de biter ve kendisini iş hayatında bulur. Sonra evlilik, çocuk, emeklilik derken arkasına şöyle döner ve bir bakar ne çok iletişim ağı elde etmiştir. Mutlu oldukları, tartıştıkları, kavga ettikleri, gezdikleri, gördükleri, üzülüp gözyaşı döktükleri ve kahkaha attıkları kocaman bir hayatı nasılda birkaç dakikada gözlerinin önünde bir film şeridi gibi geçtiğini görür.

İletişim kurabildiği halde önce üzdükleri aklına gelir. Neden “onu üzdüm ki” gibi birçok soruyla aklını kurcalar. Bunca şey zamanla yaşlandığı için miydi? İletişimde bir insan gibi önce bireyle dünyaya gelir, zamanla büyür olgunlaşır ve sonunda bireyle birlikte ölür. Her bir birey iletişimin bir diğer adı olarak zihinlerde yer edinebilir. Zaman ile birlikte bir mücadele sürecinden geçer. Sonrasın da bireyle birlikte bir sona adım atar. Daha sonra akıllarda kalan hep mutluluklar olur.

Mutluluk, iletişimin en merhametli dili olabilir. Yeter ki doğru yerde, doğru zamanda ve doğru kişilerde kullanılsın. Bir çocuk gibi dünyaya gelsin. Bir süreç geçirsin, olgunlaşsın, büyüsün ve sonunda arkaya bakıldığında yüzde bir mutluluk belirtisi bıraksın.

     İletişimle Başlayan Mutluluk    

İletişimle başlayan mutluluk, bir çıkar gözetmeksizin yapılan bir iletişim kurma ağıdır. Her ne olursa olsun bireylerin yapmış olduklarıyla imtihan edileceğini göz ardı etmeden iletişim kurma yolunu tercih edin. Sorumluluk duygularıyla birlikte iletişim kurmak daha sağlıklı bir yol olacağından nerede nasıl davranılacağını iyi bir şekilde kavramakta yarar olacaktır. Unutulmamalı ki, iletişim kurmak bir şiddet içerikli dil değil, uzlaşma amaçlı ve anlayış içerikli bir bağdır. Bu iletişim bağını bireyler ne kadar yalın haliyle kullanırsa o denli sağlıklı iletişim gücü elde edilebilir.

Tartışmaların, şiddetlerin, önyargıların, tutarsızlıkların, çıkarların, açlık-tokluk farksızlığının, sefaletin, acımasızlığın olduğu birçok olumsuzluğun içerisinde bir nokta (.) koyabilmek çok mu zor?
Bunların yerine tamamen pozitif bir yaklaşım düşünülebilir mi? Hani bunların bilinciyle hareket edip olaylara isyan etmekten öte daha sağlıklı bir bakış açısıyla yaklaşmak ve bilinçli yaklaşım daha doğru diye düşünmek gerekmez mi?

Mutluluk, hassasiyet, içtenlik, samimiyet, çıkarsızlık, tebessüm, masumiyet, sadık, önyargısız, objektif, ahlak ve kişisel değerleri düşünerek olaylara ya da bireylere bu şekilde bir iletişim diliyle yaklaşmak iletişimle başlayan mutluluk için bir değerdir. O nedenle iletişimi ilkbaharda açan çiçekler gibi düşünmekte yarar olacaktır. Şöyle ki, ilkbahar mevsiminde açan çiçekleri yok eden en önemli şey kar yağması ya da beklenmedik anda gelen şiddetli yağışlardır. İletişimi de böyle bir an gibi düşünebilirsiniz.

Nasıl mı?

İletişim dilini, doğru yerde ve doğru zamanda kullanarak mutlu bir iletişim bağı oluşturabilirsiniz.
Saygılarımla,

Zühtü SOYLU

zuhtusoylu@gmail.com