Mutluluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mutluluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Eylül 2012

Aşk'ın Sessizliğe Gidişi

İnsan gidecekse tam zamanında gitmeli!

Önemli olan gitmekle kalmak arasındaki seçenekte gizlidir. Kalp kırmadan en adil şekilde gitmesini bilmektir erdemli olmak.

Giderken önemli olan haklı veya haksız olmak değildir. Haklı dahi olunsa özür dileyecek kadar asil ve güçte olmaktır. Gitmenin tam vakti zamanında gitmesini bilmektir.

Karşılıksız sevmek gibidir; yargılamadan gitmek!

Çok seversin ve bir o kadarda bağlanırsın. Bu durumdan belki de onun haberi bile olmaz.

Sen defalarca anlatıp dil döksen de baş eğsen de o bunu belki de anlamayacaktır. O nedenle giderken karşındaki insanı yargılamadan gitmene sebep olacak en önemli etken karşılıksız sevmede gizlidir.

Önemli olan kalbi incitmeden gitmektir!

Gitmek sessiz kalmak gibi değildir. Gitmek bir kere dönüşü olmamaktır. Gidersin ve bir daha asla gelmezsin, çünkü gitmek her şeyi silmektir.

Bağırıp tartışmayla da gidilmez. Orada duracaksın dinleyeceksin nefes alacaksın sonra kalmakla gitmek arasındaki duyguya kulak vereceksin. Gitmek bile kalbi incitmeden gitmeyi gerektirir.

Gitmeler zihinlerde derin yaralar açmadan yapılmalı vicdanı sızlatmamalı. Gitmek düştüyse yazgıya kalbi incitmeden gitmek önemli olanın gerçek adıdır.


Gerçek olan egoyu kontrol edip gitmektir!

İnsanın egosu güçlü kalacak diye gitmek hatanın baş mimarıdır. Gidilecekse egolar kontrol edilmeli, ego kontrol edilmezse, o sizi kontrol edecektir.

O zamanda hiçbir mutluluk gerçekte yüzü güldürmeyecektir. Doğru olan gerçek değerler kontrol edildiği zaman ego kendiliğinden kontrol altına alınmış olur. Gerçekte olan duyguyu kontrol etmede gizlidir.

Aşk’ın sessizliğe gidişi!

Gitmekle kalmak arasında bir yerden bahsediyoruz. İnsan gidince anlar mı kıymeti bilinmez ama gidenler bilir gerçek olan doğruluğun adını.

Güvenmek cesaret anahtarını eline almakla ilgilidir. Birde gitmenin yanında sessizlik vardır. Tam o noktada susar insan orada güçlü olmayı ister. Fakat güçlü olunamayacak tek noktadır sessizlik.

Zühtü Soylu

8 Eylül 2012

Aşk ve Başarı'nın Hikayesi

/ Gönlüm ancak Aşk’a tutuklu kalmak ister. /

İkisi de uzaklarda yaşamak zorunda kalan birbirine iki güzel hediyeydi.

Birisi tamamen duygularının esiri altında yaşayan şirin mi şirin bir kız çocuğuydu. Yapacağı her şeyi duygularına sorup o an hissettikleriyle yaşayan pişmanlığı kendisinde görmeyen bir kız çocuğundan bahsediyorum. Adına gelince öyle duygularıyla hareket edebilecek en güzel isim Aşk değil midir? Bu şirin kız çocuğunun adı da Aşk’tı.

Tabi ki de bir de hep kariyer düşüncesiyle kendini sadece işine vermiş bir genç vardı. Onun da aklı fikri hep yapacağı ve yapmayı planladığı işlerindeydi. Daha güçlü ve daha başarılı olma adına her şeyi yapan bu genç, kendini işine vererek hep mantığıyla hareket etme yolunu seçmiş.  Adına gelince tahmin edilebileceği gibi Başarı adında bir gençti.

Günün birinde delikanlının canı sıkılır ve kendisini dışarı atar. Yapmayı planladığı işlerinde aksamalar ve ertelemeler meydana gelmiş.  Bu durumu bir türlü kabullenemeyen Başarı, adının bile kendisine yetersiz geldiğini düşünmeye başlamış. Kendisini sağa sola savuruyor, önüne ne gelirse çarpıp yıkıp arkasına dahi bakmaya tenezzül etmiyordu.

Tam köşeyi döndüğünde karşısına dikilen Aşk’a öyle bir çarptı ki ne olduğunu dahi anlayamadı. İkisi de yerde kalmış bir birlerine bakarak ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

Çokça zaman sonra olayın şokunu atlatan Başarı ayağı kalkarak Aşk’ın yanına yaklaşıp özür diledi. Aşk hala yerde duruyor, gözlerini Başarı’dan alamıyordu. Çoktan duygularının esiri altına girmişti.

“Ne oldu?” diye söylenmeye başlayarak toparlanıp ayağa kalkmayı başardı.

Başarı sakin bir edayla; “Dalgınlığıma geldi, sizi fark etmedim, özrümü kabul edin” diyerek olaya açıklık getirdi.

“Aşk” öyle kendini kaptırmıştı ki “mühim değil” demekle yetindi.

Dakikalar geçtikçe ne yapacaklarını şaşırmış bir edayla, bir birlerine sessizce bakıyorlardı.

Başarı birazda çekinerek “bir çay içelim mi?” diyerek sessizliği bozdu.

“Aşk” biraz düşünerek “tabi neden olmasın” diyerek teklifi geri çevirmedi.

Bir çay bahçesine oturup, çayların gelmesiyle birlikte derin bir konuşmaya daldılar.

Başarı yaptıklarından bahsediyor, Aşk tüm dikkatiyle onu dinliyordu.

Başarı o kadar çok çalışmış ki hangi işi yaptıysa tamamını en iyi ve en güzel şekilde sonuçlandırmış.

Çok geçmeden Aşk şöyle seslendi;

 “Başarı bu kadar işi en iyi şekilde yaptığın halde seni bu dalgınlığa iten sebep neydi?”

Başarı, söz konusu işlerinin aksadığını ve bazı şeyleri ertelemek zorunda kaldığından bahsederek olaya açıklık getirmeye çalıştı.

“Çok ilginç” diye sözünü kesti Aşk;

“İşlerinin bu denli kusursuz olduğunu bildiğin halde böyle bir şey olması mümkün mü?” diyerek Başarı’ya öyle bir soru iletti ki, Başarı sessizliğe bürünerek dalgınlığa vurdu kendisini.

Ardından “Aşk” başladı anlatmaya…

“Benim adım Aşk!

İnsanlar beni her zaman iyi ve kötü günlerde en iyi olarak görürler. Çünkü insana en çok lazım olan benim. Ben olmazsam içlerindeki duygularının bir anlamı olmaz. Bir nevi boş bir düşünceyle mutluluk hissinin bile ne olduğunu anlamazlar.

Ben senin için de varım ama sen öyle köreltmişsin ki gözlerini hangi duygularda yaşadığını bile bilmiyorsun. Ben sana bu kadar yakınken sen kendini daha büyük görmeye, taleplerindeki içtenliği ve arzuları yetersiz görme yolunu bile çoktan seçmişsin.”

Aşk öyle bir anlatım tarzı içerisine düşmüştü ki, Başarı bile ne olduğunu çözümleyememişti. Bir süre sessizce bekleyip düşünceye daldılar.

Başarı gözlerini Aşk’tan alamıyor, ne yapacağı konusunda bir şeyler düşünüyordu. O ara Aşk ile göz göze gelen Başarı kendisinde göremediği büyük bir eksikliği fark ettiğini anlıyordu.

Çok geçmeden Aşk; “Ben artık kalksam iyi olur” diyerek Başarıya seslendi.

Oysa başarı bu sözleri duymamıştı bile. Bir süre daha bir birlerine bakmaya devam ettiler.

Ne olduysa birden bire Başarı, Aşk’ın elini tutarak; “Artık eksikliğimin sen olduğunu anladım, benim eksik yanımı tamamlar mısın?” diyerek Aşk’a beklenmedik bir teklifte bulundu.

O an Başarı hayatının gerçek yüzünü de görerek yıllarca göremediği gerçekliğe artık kavuşmuş, Aşk’ın ne olduğunu anlamıştı…

Zühtü Soylu

23 Aralık 2010

İLETİŞİMLE BAŞLAYAN MUTLULUK

Olur, olmadık yerde bir anda olur ya her şey, hani beklenmedik bir anda karşınızda dikiliverir gibi bir şey düşünün. İletişimle başlayan mutluluk son tren gibi geldi akla ve bu tren kaçırılmamalıydı. Zamanla birlikte akıp giden her günde mutluluk için birçok neden varken mutsuzluğu görmek içten gelmemeli. Şimdi de soruyorum, “Neden mutluluk için kendinizi dinlemiyorsunuz?” Hadi bir saymaya başlayalım iletişimle başlayan mutluluk için varlığı hissedilen güzellikleri;

     İletişimle Başlayan Mutluluk    

* Yataktan kalkarken şöyle hafiften gözleri açıp saate baktığında “çok uyudum” deyip aniden yataktan kalkabilmek.
* Lavaboda soğuk bir suyla yüz yıkayıp “buz gibi yahu” diyebilmek.
* Havluyu ele alıp yüz silerken sabun kokusuyla bir iç çekebilmek.
* Uyanmış olan aile fertlerine günaydın diyebilmek.
* Yalnız kalıyorsa birey aynaya bakıp kocaman bir tebessüm ile kendine günaydın diyebilmek.
* Mutfağa girdiğinde önce çaydanlıklara su doldurup suyun kaynamasını beklerken müthiş bir arzuyla kahvaltı hazırlamak, sonrasında da çayı demleyip güzelce bir kahvaltı yapabilmek.
* Evden çıkarken evi emanet edecek biri aramak yerine kapıyı usulca kapatıp bir şey olmazsa geri geleceğim güzel evim diyebilmek.
* Yoldayken yüzde tebessümle birlikte adım adım yürüyebilmek.
* İş yerinde çalışan arkadaşlara, okulda okul arkadaşlarına, mahallede mahalle arkadaşlarına ve sosyal ortamlarda tebessümlerle yaşayabilmek.
* Öğle saati geldiğinde yemeğe geçmeden önce şöyle acıkmış bir edayla yemekte ne (yesem) var acaba diyebilmek.
* Yemeği aldıktan sonra acaba yanına tatlı mı yoksa meyvemi alsam diye düşünürken bir diğer arkadaşının “hadi tatlı yiyelim” sözünü duyup “evet bende tatlı yiyeceğim” deyip son anda meyve alıp onun mutluluğunu hissedebilmek.
* Yemekten kalkarken bir lokma ekmeğinin kaldığını fark edip “buda kuru kuru gitmez ki” deyip tabağın dibinde kalmış yemeği sıyırarak son lokmayı yiyebilmek.
* Yemeğin ardından dışarı çıkıp hava çok sıcak-soğuk olsa da “havanın güzelliği yine harika” diyebilmek.
* Elinde çayınla koridorda yürürken “acaba yere döker miyim?” deyip dikkatli olmaya çalışılsa da yere damlayan çayı görünce “tüh yine döktüm acaba birisi görmüş müdür?” deyip sağa sola bakmadan direk utangaç bir yüz edasıyla yerine geçip çayı yudumlayabilmek.
* İşlerini yaparken “acaba bu işi daha hızlı ve daha kolay hale nasıl getirebilirim” deyip kendi kendine “evet sanırım böyle daha kolay ve hızlı yapabilirim” gibi fikirleri doğru kabul edebilmek.
* Gün ilerledikçe gördüğü her insana tebessümle selam verip “merhaba” diyebilmek.
* Akşamın yaklaştığı saatlerde “bugün daha yapacak çok işim var” diyebilmek.
* Akşam saatinde işinden, okulundan, gezmesinden veya komşusundan çıkıp evine doğru giderken her gün yolunun üstünden geçtiği dükkân önündekilere “iyi akşamlar” diyebilmek.
* Evinin önüne geldiğinde neşeli bir edayla kapıyı açabilmek.
* Eve girmeden ayakkabıları kapıda çıkarıp terlikleri giyebilmek.
* Evin güzel insanlarına kocaman bir tebessümle selam verip “iyi akşamlar ben geldim” deyip doğruca lavaboya geçip elini yüzünü yıkayabilmek.
* Salona geçip gününün güzelliğini hissettirircesine neşeyle evin güzel insanlarına (anne, baba, eş, çocuk, arkadaş) hal hatır sorabilmek.
* Akşamın yemeği belki daha bir tatlılıkla yapılır ve sofranın kurulması beklenir. O an hep bir elden sofranın kurulmasındaki mutluluğu hissedebilmek.
* Yemeğe başlamadan önce sofradaki en büyük bireyin ilk lokmayı yemesini beklemedeki mutluluğu sabırsızlıkla değil büyük bir sabır ve mutlulukla bekleyebilmek.
* Yemeği tadından tuzundan şikayet etmeden büyük bir iştahla yiyebilmek.
* Akşamın sessizliğinde aile fertleri ile geçirilen süreden sonra odaya çekilip o en çok sevilen işlerden birini (kitap okumak, müzik dinlemek, film izlemek ya da planlanmış üzerinde uğraşılan işlerle ilgilenme) yapabilmek.
* Gecenin yaklaştığını artık uyuma vaktinin geldiğini düşünerek hafif soğuk gibi duran yorganın içine girip “bugün çok güzel geçti” deyip dua edip uyuyabilmek,

Ne Tuhaf Değil Mi Bir Gün Çok Güzel Geldi Ve Geçti!

Hayır!

Aslında hiç öyle olduğunu söyleyemeyiz.

Koca bir gün 24 saat bu iki sayfalık yazıyla geçmemeli.

Aksine daha da farklı şeylerin olduğu, tartışmaların yaşandığı, mutlu ve gülen insanların olduğu, üzülen ve kavga eden insanların olduğu bir hayatın içinden geçildi. Bu satırların içinde öyle bir şeyler yazmıyor mu? Peki, neden yazmıyor? Pozitif düşünce denildiği zaman akla hep güzel olumlu şeyler gelir ya buda öyle bir şey işte. Yalnız şunu söylemek istiyorum; Bir insan hayatını kendisi şekillendirebilir. Gülmek gerekiyorsa gülünür ağlamak gerekiyorsa ağlanır mantığı ne derece doğru diye düşünebilirsiniz. Bu düşüncenin ötesinde pozitif bir düşünceden sizleri alıkoyan kimler?

* Aile,
* Akraba,
* Dost,
* Sevgili,
* Arkadaş,
* Patron,
* Öğretmen,

Bunlardan hangisi sizin mutlu olmamanızı ya da negatif bir havaya bürünmenizi ister?
Çok ilginç değil mi bence istisnalar haricinde hepsi pozitif olmanızdan yanadır. Mutluluk herkesin istediği ama zor olduğunu düşündüğü bir hal almaya başlamakta her nedense ilerliyor. Her nedense diyoruz çünkü nereye baksak oflayan puflayan insanlarla karşılaşılıyor. Böyle durumlarda ne yapılması gerekir? Toplumdan uzaklaşmak mı yoksa toplumun içinde pozitif bir yüz ifadesiyle bulunmak mı? Bence ikincisi kulağa daha hoş geliyor. Olaylara bilinçli bir yaklaşımla bakmak gerekir. Hiç bilgi sahibi olmadığınız bir olayı, ‘bir bilen mutlaka olacaktır’ düşüncesiyle başkalarının fikrine başvurarak sorgulamayı deneyin. O zaman daha sağlıklı kararlar alınabilir. Sorun mu yaşanıyor, çözüm yolu bulmak için mücadele edilmeli. Anlaşmazlık mı var, düşünceleri gözden geçirip olayın nedenini bulmak gibi bir izlenim ortaya konabilir. İletişim kurmada aksilikler olabilir. Bunun gibi durumlarda aksilikleri değil de, aksiliklere sebep olan şeyleri düşünmek ve aynı aksilikleri ikinci kez tekrarlamamak için çaba sarf etmekte yarar olacaktır.

İletişim kurmak bilinçli bir birey olmakla mümkün olacağından olaylara yaklaşırken daha çok bir beklenti içerisine düşmeden yaklaşılmalıdır. Birazdan belki de en çok yapılan şeylerden bir tanesine değineceğim. Bilinçli iletişimde öncelik saygı ve hoşgörüdür diyoruz genelde. Peki, isim takmak evet yanlış bir cümle kurmuyorum isim bir diğer adıyla lakap takma! Çok hoş bir yaklaşım mıdır diye öncelikle sizlere sormak istiyorum? (Tombul Ahmet, kolsuz Ayşe, Çilli Mehmet, Cadı Fatma) Bunlar gibi insanı küçük düşürücü (kimisi için komik ya da şaka unsuru olabilir) sözler kullanmak ne derece doğru bir yaklaşımdır?

Belki de “çok önemli bir konu değil, alt tarafı şaka yapıyoruz” diyenler olacaktır. (Kişisel görüşlere saygı duymak önemli bir kişilik örneğidir.) Bu kişisel görüşlere olan hassasiyetimiz daima önemli olmalı. Sonuçta iletişim kurmak ve iletişim dilimizi doğru bir yol ile sağlamak için iletişim kuruyoruz. İsim takmak evet bireylere dünya ya geldiğinde kulağına ezan okuyup bir isim konur. Bu konulan güzel isimleri büyüdükçe farklı farklı takma sıfatlarla dile getirmek çok doğru bir davranış örneği olmasa gerek. Bireylere isimleriyle hitap etmek dururken saygı sınırlarını aşıp belli belirsiz sıfatlar yakıştırmak iletişim dilinde pek doğru kabul edilir davranış değil. İletişim diliyle mutlu olamamaya bir örnek olarak bunları söylemek istedim.

     İletişimle Başlayan Mutluluk    

“Bir iletişim daha dünyaya gelmek için müjdeli bir haber veriyor!” deseler akla ilk gelen şey ne olurdu?
Bir çocuk diyebilir miyiz?
Anne karnında başlar her şey orada beslenir oracıkta yaşanır birçok şey. Oracıkta karnı doyar oracıkta ihtiyaçlarını giderir. Dokuz ayı geçkin bir süreyi anne karnında geçirmek. İşte iletişimin ilk evreleri de bu süreçle başlıyor. Hani annenin canı bir şeyler çeker ya olsa da olmasa da ister. Bunu isteyen aslında o küçücük yerde uzun bir süre geçirecek olan çocuktur. Anne olmak ya da baba olmak işte ilk heyecanın başlangıçları böyle gelişir detaylarıyla güzellikleriyle devam eder.

Günü geldiğinde dünyaya gelir ufacıktır, önce eline almaya korkarsın sonra alışır kucağından indirmezsin. Zaman ile mücadele içerisinde karnı acıkır ağlar, altına kaçırır ağlar, ilgi ister ağlar… Bir süre sonra bakmışsınızdır sürünmeye başlamıştır, sonra düşe kalka yürümeyi öğrenir. Anne veya baba demesi beklenir büyük bir heyecanla. Anne “önce anne diyecek” derdindedir, baba ise “önce baba diyecek” derdinde. Anne-Baba der günler ilerler abi, abla hala, teyze derken konuşmaya başlar. Böylelikle iletişim daha bir heyecan almaya başlar. Koşar, güler, eğlenir, konuşur derken kendisini sokakta arkadaşlarıyla bulur. Orada da iletişim bir güç kazanır. Duymadıklarını duyar evde tekrarlar kendisini iletişimle geliştirir. Artık zamanın içinde olduğunu gittikçe büyüdüğünü anlar. Bir bakmışsınız ki eğitim çağı gelmiştir. “Haydi okula” diyerek bir kalabalığın içinde bulur kendisini. Günler bir birini takip eder. Her gün iletişim kurduğu çevre gelişir. Zamanla okul eğitimi de biter ve kendisini iş hayatında bulur. Sonra evlilik, çocuk, emeklilik derken arkasına şöyle döner ve bir bakar ne çok iletişim ağı elde etmiştir. Mutlu oldukları, tartıştıkları, kavga ettikleri, gezdikleri, gördükleri, üzülüp gözyaşı döktükleri ve kahkaha attıkları kocaman bir hayatı nasılda birkaç dakikada gözlerinin önünde bir film şeridi gibi geçtiğini görür.

İletişim kurabildiği halde önce üzdükleri aklına gelir. Neden “onu üzdüm ki” gibi birçok soruyla aklını kurcalar. Bunca şey zamanla yaşlandığı için miydi? İletişimde bir insan gibi önce bireyle dünyaya gelir, zamanla büyür olgunlaşır ve sonunda bireyle birlikte ölür. Her bir birey iletişimin bir diğer adı olarak zihinlerde yer edinebilir. Zaman ile birlikte bir mücadele sürecinden geçer. Sonrasın da bireyle birlikte bir sona adım atar. Daha sonra akıllarda kalan hep mutluluklar olur.

Mutluluk, iletişimin en merhametli dili olabilir. Yeter ki doğru yerde, doğru zamanda ve doğru kişilerde kullanılsın. Bir çocuk gibi dünyaya gelsin. Bir süreç geçirsin, olgunlaşsın, büyüsün ve sonunda arkaya bakıldığında yüzde bir mutluluk belirtisi bıraksın.

     İletişimle Başlayan Mutluluk    

İletişimle başlayan mutluluk, bir çıkar gözetmeksizin yapılan bir iletişim kurma ağıdır. Her ne olursa olsun bireylerin yapmış olduklarıyla imtihan edileceğini göz ardı etmeden iletişim kurma yolunu tercih edin. Sorumluluk duygularıyla birlikte iletişim kurmak daha sağlıklı bir yol olacağından nerede nasıl davranılacağını iyi bir şekilde kavramakta yarar olacaktır. Unutulmamalı ki, iletişim kurmak bir şiddet içerikli dil değil, uzlaşma amaçlı ve anlayış içerikli bir bağdır. Bu iletişim bağını bireyler ne kadar yalın haliyle kullanırsa o denli sağlıklı iletişim gücü elde edilebilir.

Tartışmaların, şiddetlerin, önyargıların, tutarsızlıkların, çıkarların, açlık-tokluk farksızlığının, sefaletin, acımasızlığın olduğu birçok olumsuzluğun içerisinde bir nokta (.) koyabilmek çok mu zor?
Bunların yerine tamamen pozitif bir yaklaşım düşünülebilir mi? Hani bunların bilinciyle hareket edip olaylara isyan etmekten öte daha sağlıklı bir bakış açısıyla yaklaşmak ve bilinçli yaklaşım daha doğru diye düşünmek gerekmez mi?

Mutluluk, hassasiyet, içtenlik, samimiyet, çıkarsızlık, tebessüm, masumiyet, sadık, önyargısız, objektif, ahlak ve kişisel değerleri düşünerek olaylara ya da bireylere bu şekilde bir iletişim diliyle yaklaşmak iletişimle başlayan mutluluk için bir değerdir. O nedenle iletişimi ilkbaharda açan çiçekler gibi düşünmekte yarar olacaktır. Şöyle ki, ilkbahar mevsiminde açan çiçekleri yok eden en önemli şey kar yağması ya da beklenmedik anda gelen şiddetli yağışlardır. İletişimi de böyle bir an gibi düşünebilirsiniz.

Nasıl mı?

İletişim dilini, doğru yerde ve doğru zamanda kullanarak mutlu bir iletişim bağı oluşturabilirsiniz.
Saygılarımla,

Zühtü SOYLU

zuhtusoylu@gmail.com

18 Ekim 2010

Sonbahar Aşkı

Sonbahar Aşkı, yaprakların döküldüğü otların kuruduğu bir mevsim olan bu sonbaharda yaşanması zor ama tutkulu bir sevgiye bürünen bir gençti. Hani Sonbahar deyince güneşin etkisinin daha az hissedildiği, serin ve yağışlı günlerin arttığı bir mevsim akla gelir ya öyle bir şey işte. Bütün zorlukların başladığı bir mevsimde neler yapılabilir ki! İnsanların soğuktan korunmak için evlerinde sıcak bir odada yeme içme ihtiyaçlarını karşılaması mı dersiniz? Hayvanların sığınak araması mı, yiyecek ihtiyaçlarını karşılamak için göç etmeleri mi? Her şeyin kurumuş olması ve yerini yağmura bırakıp zorluklarla mücadele edilme sürecini başlatması mı? Sizce hangisi Sonbahar mevsimin en zor sürecidir. Hepsi desek olur mu? Evet hepsi ve daha fazlası olduğunu unutmayalım.

Adına Aşk mı dersiniz bilmiyorum ama şimdi o Sonbahar mevsiminde Aşık olan adına “Sonbahar Aşkı” dediğimiz o gencin Sonbaharda yaşadığı Aşkına bakmaya ne dersiniz?
Sonbahar Aşkı

Teslimiyetin eşiğinde bir genç kendisine şöyle seslenmeye başladı;

“Aşk Teslimiyettir. Ben sana teslim ettim kalbimi emanetim ellerinde ona iyi bak olur mu?”

“Aşk teslimiyettir” deyip kendisini Aşk’a teslim eden bu genç bir süre kendisini dinlemeye başladı. Ne yapsa aklından çıkmayan kör kütük dedikleri bir Aşk’ın eşiğinde kendisini buldu. Günler bir birini arka arkaya takip ettikçe bu gençte günler gibi her gün yeniden doğuyordu. Her gün Güneş’in doğuşunu beklemeye başladı. Aslında sonbaharda Güneş kendisini Yağmur bulutlarına bırakmıştı. Oysa bu genç her günün doğuşunda kendisine Güneş’i olarak sevdiği insanı seçmişti. Her gün ilk günaydın dediği tek Güneş’i oydu.

“Günaydın” diyor her günün ilk ışığında aklında hep onun ismi var. Bir gün bu “Sonbahar mevsiminde Aşka tutulacağını hiç düşünmeyen bu genç artık öyle bir tutku içindeki sevgisini yaşamak için tüm umuduyla hayata dolu dolu bakıyor.

Bazen; “Provası yok bu temiz Aşk ile yaşayan Hayatın. Ne yeniden doğup yaşamayı mümkün kılacak ne de içine girdiğim bu Aşk’ın dışına çıkabilecek cesaretim kalmıştı.” Aşk’a teslimiyetini bu tür cümlelerle dile getirip arada mutlu olmasını da teslimiyette görüyordu.

İlk defa düşmüştü böyle bir Aşk’ın içine ne yapmak istese eli ayağına dolaşıyor yerinde duramıyordu. Günün birinde karşısına yaşlı bir amca çıktı ve aralarında uzunca bir konuşma geçti:

Yaşlı Amca: Hayırdır evlat neyin var?

Sonbahar Aşkı: Yok bir şeyim amca ne olabilir ki?

Yaşlı Amca: Evlat sen önceden çok güler, eğlenir ve insanları mutlu ederdin. Oysa şimdi o mutlu çocuktan eser yok. Şimdi anlat bakalım ne oldu, anlat da derdini öğrenelim.

Sonbahar Aşkı: Amca seviyorum hem de çok seviyorum. Onu düşünmekten onu kendime inandırmaktan başka bir şey düşünemiyorum. Sizce ne yapmalıyım? Bunun bir çözüm yolu var mı?

Yaşlı Amca: Sevgi hafife alınmaz evlat önce sabretmek gerekir sonra zamanla beklemek.

Sonbahar Aşkı: Anlamadın amca ben çok seviyorum dedim. Beklemek nerden çıktı?

Yaşlı Amca: Merak etme evlat doğru anladım. Bak ne güzel diyorsun “Ben çok seviyorum” diye. “Allâh kuluna kafi değil mi? (Zumer/36)” Bak ne güzel demişler değil mi? “Ve sen yine denendiğinde ve yine kalbin daraldığında ve yine bütün kapılar yüzüne kapandığında ve yine ne yapman gerektiğini bilemediğinde Uzun uzun düşün ve hatırla yaratanını.” Şükret içindeki sevgin için. Çünkü her şükür senin için bir dua olacaktır. Kimseye küsüp kırılma sevgi içinde var olduğu sürece unutmayasın ki sevdiğin hep aklında olsun.

Sonbahar Aşkı: Doğru diyorsun amca ama bak benim adım bile “Sonbahar Aşkı” tıpkı bir sonbahar mevsimi gibi hayatı zorlaştırıyorum. Buna ne diyeceksin? Ben senin gibi çok güzel de düşünemiyorum. Bak gördüğün gibi çok yorgun ve halsizim.

Yaşlı Amca: Bak evlat insanlar için neler yaptığını düşün. Bir insanı mutlu edebilirsin, üzebilirsin, yorabilirsin, eğlendirebilirsin veya kendinden soğutabilirsin ama unutma bunları sen istemediğin sürece kimse de yaptıramaz. Sitem dolu bir çocuk değilsin tamam genç olabilirsin ama unutma her sabrın sonu hayırlıdır. Sen neşeni, eğlenceni ve güler yüzünü koruduğun sürece sevilir saygı görürsün. Yok üzülür büzülürsen içine kapanırsan kimse senin varlığını kabul etmez.

Sonbahar Aşkı: Amca yapma böyle bana da hak vermen gerekmez mi? Hem düşünsene ben çok sevdiğim halde neden kavuşamıyorum. Ben sevdiğime helal gözle bakarken ona dokunmaktan korkarken neden kavuşamıyorum. Yoksa sevdiğim benim sevgime inanmıyor mu?

Yaşlı Amca: İnanıyor evlat. Merak etme öyle bir zaman gelecek ki oda seninle sevgisini yaşayacak. Yalnız önce yapman gereken şeyleri unutmamalısın. Sabır ve zaman ile sevgini Dua’larınla koruyacaksın. Kulluk görevlerini yapacaksın, insanlara elinden geldiğince yardımcı olacaksın ve hep şükretmesini bileceksin. Eğer sen şükredip sabırla sevgiyi beklersen Allâh senin dualarını karşılıksız bırakmaz ve hakkında hayırlısını nasip eyler. Unutma bugün sevdiğini söylüyorsun oysa önemli olan yarınlar içinde sevebilmektir. Sevgine sahip çık evlat “Seni Seviyorum” derken kalbinden geldiği gibi hareket et. Unutma sevgini teslim etmişsin sen ama değerini korumak ve sabırla beklemekte senin en büyük sorumluğundur. Sevgine sadık olmaya devam et unutma “Allâh kuluna kafi değil mi? (Zumer/36)”

Sonbahar Aşkı: Senin düşüncelerin benim içimi okur gibi amca dediklerini yapmak istiyorum. İnan bunları yapacağım hem ben sevdiğime söz verdim onu ömrümce bekleyeceğim. Her şeyinle iyisin hoşsun amca ama sen kimsin? Ben seni daha önce buralarda görmediğim halde sen beni gördüğünü söyledin. Oysa ben seni hiç görmedim. Ne iş yaparsın kimsin?

Yaşlı Amca: Bende senin gibi Allâh’ın yaratmış olduğu bir kul’um evlat. Merak edilecek kişide değilim sen sevdiğin insanı merak et onun buna daha çok ihtiyacı var. Sen sevgine sadık ol umudunu Dua ile koru ve Allâh’a tevekkül et. Gerisini düşünme hayırlısını istemesini bilmeniz yeterlidir. Allâh’tan hayırlısını isteyip Dua ettiğiniz sürece sizi yanlışa itecek bir düşünce olamaz. Yeter ki bunların bilinci ile hareket edip sevgine sadık ol.

Bu sözlerden sonra “Sonbahar Aşkı” kafasını kaldırıp “Yaşlı Amca”-ya bir şey sormak istedi ama “Yaşlı Amca” çoktan gözlerden kaybolmuştu.

Sonra derin derin düşünmeye başlayan “Sonbahar Aşkı” bir yere oturup şöyle söylenmeye başladı;

“Ben sevgim için teslimiyeti kabul ettim bu doğru olarak benim yapabileceğim en güzel şeydir. Şunu da unutmamalıyım ki ben Dua ile sabrımı her zaman koruyacağım. Böylelikle zamanla olan mücadelemde sevgimde ne bir eksilme olacak ne de bir korku.”

Bu sözlerden sonra “Sonbahar Aşkı” her aldığı kararda yaşamını daha sıkı bir bağlılıkla sürdürmeye başladı. Böylelikle de içinde olduğu sevgisine ne kadar sadık kalacağının da sözünü vermiş oldu. Dua ile başlayacak her yeni günde zamanının yanına sabrını ekleyerek sevdiğini beklemenin sözünü çoktan vermiş oldu. Her gün güneşin doğması gibi kendi güneşini koruyup her gün izleyip koruyacak. Öyle ki nice sevgiler temizliğin içinde büyük bir mutluluktur.

Mutlu olmak ve mutlu etmek dileğiyle;

Zühtü SOYLU



1 Eylül 2010

Ben Kazançlarımı Kayıplarımdan Büyük Tuttum

“Ben kazançlarımı kayıplarımdan büyük tuttum.” Bu benim kendimi motive etmemdeki en değerli sözlerimden bir tanesi. Hiç kazançlarınızı yenilgilerden sonra tadarak mutlu oldunuz mu? Hani bir işe girişirsiniz bir denersin iki denersin ama üçüncü kez denemek için bütün umutlarınız yıkılır. Bir daha asla ve asla bunu yapamam dersiniz. Peki ama umudunuzu korumak çok mu zor?

Bir yolculuk düşünün. Yolunuz uzun ve üç parçadan oluşuyor. İlk yolu bitirdik derken aniden yanınızda bulunan en çok sevdiğiniz kişiyi kaybediyorsunuz. Yapacak bir şey yoktur ya yola devam edeceksiniz ya da geri dönüp hiç yola çıkmamış gibi yaşayacaksınız. Geri döndüğünüzde şunu unutmayın; kaybettiğiniz geri gelmeyecek. Mecbursunuz yolunuza devam etmek zorundasınız. Artık ikinci yoldasınız bu sefer umutla çıkıyorsunuz yola ama ikinci yol bitmeden bir kaybınız daha oluyor. Bu sefer çok umutluydunuz çok istekliydiniz ama beklenmedik bir anda kaybınıza bir yenisini daha ekliyorsunuz. Her şeyden uzaklaşmaya başlıyorsunuz bu sefer. Kendinizi olmadık düşünceler zemininde sürüklemeye başlıyorsunuz. Çevrenizde bulunan onlarca kişi sizin için mücadele verirken siz bir üçüncü yola girmiyorsunuz ve kaybınız büyük oluyor. Siz artık yenik birisi olarak hafızalara kazınıyorsunuz. Bu sefer aklınızda bir tek şey var “ben ne yapıyorum” diyerek kendinizi yer bitirir hale getiriyorsunuz.

Artık kendinize gelmişsinizdir. Üçüncü yola giriyorsunuz ama aklınızda iki yenilgi var “Bu seferde yenilirsem ne yaparım?” diyerek kendinizi tedbirli olmaya zorluyorsunuz. Attığınız her adımda acaba ayağımın altında patlamaya hazır bir mayın mı var diye içiniz içinizi yiyor. Şimdi durun ve bir daha deneyin iki kaybınız olabilir ya da daha fazla… Şu bir gerçek ki hayat yenilgileriyle ve kazanımlarıyla insana çok şey kazandırıyor. Şimdi söz sizde ister çekilin köşenize dizlerinizi dövün ister kendinize “bir şans” daha verin.

Zühtü Soylu